Cumhuriyet’in 100. Yılında siz sevgili okurlarımıza savaşı kazanması imkânsız görünen hatta düşman ülkelerin çoktan aralarında pay ettiği ülkemizin Ulu Önder’imiz ve onun silah arkadaşları sayesinde nasıl kurtarıldığını anlatmak istiyorum. Yazıma bu şekilde başlamamın sebebi Cumhuriyet’imizin ne kadar değerli olduğunu ve hayatımıza nasıl etki ettiğini anlamak için önce nasıl kazanıldığını bilmemiz gerektiğini düşünmemdir.
Avrupa’da “hasta adam” olarak adlandırılan Osmanlı’nın savaşı kaybedip yıkılacağına kesin gözü ile bakılıyordu. Çok uluslu bir devlet olmasından kaynaklı halk sürekli kışkırtılıyor ve isyanları dindirmekte güçlük çekiliyordu. Kendi içinde ayrıma düşen bir devlet nasıl olur da düşmanları alt edebilirdi? Karışıklığın hakim olduğu sarayın otoritesinin sarsıldığı bu dönemde Atatürk gazeteci kılığında bir ulusun içinde sönmek üzere olan ateşi yaktı. İşte bu “Cumhuriyet Ateşi” idi. İnancı tazelenen halkımızın maddi imkansızlıkları çoktu elbette ama imkansıza inanmayan bir liderimiz vardı. Topyekün savaşan halkımız daha önce görülmemiş bir direnç gösterdi. Bu öyle bir dönemdi ki dönemin liseleri mezun öğrenci verememişti. Artık milletçe geri dönüşü olmayan bir yoldaydık. Atamız dönemin çok üstünde olan coğrafi bilgisi, savaş stratejileri ile Avrupa’yı görülmemiş bozgunlara uğratıyordu. Ancak savaş bitmiş değildi. Yunan askerleri kapıya dayanmıştı. İsmet ve Fevzi Paşa’lar bile Avrupa onlara yardım gönderdiğinde nasıl onları durduracağını bilemiyordu. O akşam Fevzi Paşa aşağıda gözleri yaşlı bir şekilde Kur-an okuyor, İsmet Paşa ise kenarda oturmuştu. Paşalarımız savaşı kaybetmek üzere olduğumuz fikrine iyice kapılmışlardı. Mustafa Kemal de o sırada odasında dinleniyordu. Bir asker Paşa’nın odasına girerek ‘Paşam Yunan birliklerine yardım gelecek. Ne yapacağız?’ diye sorarken sesi titriyordu. Ancak Mustafa Kemal’in yüzü asılmamış aksine heyecanla İsmet ve Fevzi Paşalar’ı odasına çağırdı. Haberi alan paşalar gözleri dolu dolu odaya geldiğinde Mustafa Kemal yüksek sesle “yarın Büyük Taaruz’u başlatıyoruz!” dediğinde iki Paşa da neye uğradıklarına şaşırmışlardı. İsmet Paşa “Ne ile savaşacağız? Askerimiz yok, mermimiz kalmadı” dediğinde ise Mustafa Kemal “İsmet, Yunan komutanı Papoullas’ın stratejisini biliyorum. Avrupa’dan yardım gelmeyecek, birlik kaydırıyorlar ve biz yarın taarruza geçiyoruz” diye yanıt verdi. Ertesi gün taarruz başladı ve Yunan askerleri Sakarya’dan Eskişehir hattına gerilediler.
Görüldüğü gibi bu millet imkansıza asla inanmayan, güvenini ilime dayamış bir kahramana sahip. Devamında Cumhuriyet’in ilanının gelmesi ile tekrardan bütün dünya devletleri şaşkına dönmüştü. Daha çok yeni kurulan bir devlet kadınlara seçme ve seçilme hakkı gibi dünyada olmayan yenilikler üzerine gidiyordu. Ulu Önderimiz vatanımızda devrim üzerine devrim gerçekleştiriyordu. En önemlisi halk ilk kez yöneticilerini seçiyor ve kadın erkek fark etmeksizin eşit şartlara sahip oluyordu. Cumhuriyet’in kalesi Millet Meclis’i kurulduğunda Türk halkının sesini kimse susturamazdı. Az ile yetinmek yoktu artık. Uçak fabrikaları, hastaneler, çiftlikler ve nice yenilikler ile hız kesmeden ilerlemeye başlamıştı Türkiye Cumhuriyeti. Bu başarıların ardından, Mustafa Kemal Atatürk’e ömür boyu başkanlık teklif edildiğinde buna şiddetle karşı çıkıyor ve Cumhuriyet Halk Fırkası’na karşı görüşlü partiler kurulmasına öncülük ediyor ve teşvikte bulunuyordu. Her şeyden önce ülkesine inanan bir komutan kendisine karşı fikir özgürlüğünü vatandaşına tanıyordu. Bu da daha önceden görülmemiş şeylerdendi.
Cumhuriyetimiz işte bu imkansızlıklar ile kazanıldı ve Ata’mızın emrettiği üzere onu korumak ve geliştirme sorumluluğu bizlerin elinde. Avrupa standartlarında büyük devlet olanaklarına erişmek için geçmişimizden ilham almalı bilimin ve Ata’mızın ışığı ile hareket etmeliyiz. Her şeye rağmen ülkemiz için çalışmalı koşullar ne olursa olsun durmamalıyız. Fikirlerimize ve Cumhuriyet’e karşı çıkanlar olacaktır elbette bu zamanlarla nasıl baş edeceğimizi Ata’mız bizlere şu satırlar ile öğütlemiştir. Atatürk Gençliğe Hitabesinde ‘Memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.’ Diye belirtmiştir. Bu yazının sahibi ben yani Kaan Şencan Kosova’lı bir aileden geliyorum. Bizler bir vatan kaybettik ve Mustafa Kemal Atatürk’ümüz bizlere bir vatan verdi. O zamanlar belki askerimiz yemeğimiz kalmamıştı ama bütün bunlara bedel bir komutan bizi bugünlere getirdi. Buna her birimiz sonsuza dek saygı duymalı ve ilelebet onun izinde ilerlemeliyiz.
Kaan Şencan
Görsel İletişim ve Tasarımı Bölümü
İletişime Giriş Çalışmaları, 1. Sınıf öğrencisi